Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hemen boynunu vur şu kafirin

Yeni Kapının Hikayesi… 4. Murat devri. Padişah tarafından, mey (şarap), afyon ve fal bakmak   yasaklanmış. İstanbul’da bütün meyhaneler ve keşhaneler  “underground” takılmaya başlamış. 4. Murat bi gece, tebdil-i kıyafet  İstanbul’a indiğind e, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii. Bi ara,  sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş. İpin ucunda bi testi! Sultan,  “Ne var o testinin içinde?” diye sormuş. Sandalcı “Ne olacak, mey işte”  diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da,  4. Murat’ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama  yine de, “Mey yasak. Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo  musun?” diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle,  “Yahu hünkar ner’den görecek bizi denizin ortasında” demiş.

Türklerle 140 senelik beraberlik

Türkler Avrupa’ya emperyalist emellerle gitmedi. Onlara huzur götürdüler.  Yavuz Sultan Selim Hanın vefatı ile, yerine oğlu Şehzade Süleyman hükümdar oldu. Devlet işlerini kanunlara bağlamakla işe başladı. Avrupa devletleri arasındaki güçsüzlerin ezilmesini önlemek için yollara düştü. 1521’de Macar toprağı olan Be lgrad’a ilk seferi yaptı. 1526’da Mohaç ovasında, Macaristan’ı yutmak isteyen Avusturyalılarla yapılan savaşta zafer kazanıldı. Mohaç’ı müteakip Buda şehrine geçildi. Buda yani Budin şehrinin ileri gelenleri, Osmanlıların davranışlarından o kadar memnun oldular ki, Kanuni’yi karşılamak için kilometrelerce yol geldiler ve “Hoş geldiniz” dediler. Kanuni onları ferahlatacak sözler söyledi. Buda ile Peşte şehirleri arasında, genişliği 1000 m olan Tuna nehri akar... Budalılar Peşte’ye geçmekte çok zorlandıklarını söyleyip, kendilerine yardım edilmesini istediler.

Hz. Peygamber'in Tebliğ ve Terbiye Metodu

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır. "Hz. Peygamber’in kendisinden öğüt isteyen bir sahabiye defalarca, “Kızma, kızma, kızma” diyerek tavsiyede bulunması, onun tebliğinin ve öğretiminin temel esasının öfkelenmeme olduğunu göstermektedir." Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûl-i Ekrem’in İslam’ı tebliğ etme ve insanları terbiye metodu, Kur’ân’ın tayin ettiği ve sınırlarını çizdiği ilkeler doğrultusunda gerçekleşmiştir. Onun davetinin ve taliminin temeli, hikmete, güzel öğüde, merhamet ve yumuşaklık prensiplerine dayanıyordu. Kur’ân ona tebliğ konusunda şu öneride bulunmuştur:  “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…”  (Nahl, 16/125) Ayette geçen “hikmet” kavramı çeşitli anlamlara gelmektedir. Hikmet, sözde ve fiilde doğruyu tutturmak, varlıkların özündeki manaları ve Allah’ın emrini anlamak, varlık düzenindeki her şeyi yerli yerine koymak, doğru ve güzel işlere yönelmektir. Allah’ın emirlerini düşünme

Hazreti Mevlana´dan Tavsiyeler

Şu üç şey hakkında dudağını kıpırdatma: Gittiğin yol, paran, bir de mezhebin. Çünkü bu üçünün de düşmanı çoktur. Düşman bildi mi sana pusu kurar. (1/84-85/1047-1048) Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yoktur. (1/111/1385) Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söze, kulak verme yolundan gir. Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Allah’ın sözüdür. (1/131/ 1627, 1629) Sel akmağa başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla. Yoksa alemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar. Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harabenin altında padişah hazinesi var! (1/139/1743-1744) Kimin namazında mihrab ve kıblesi Ayn (Allah’ın zatı, cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayn ve kusur bil. (1/141/1765) (Hak) Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma! Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder. (1/146/1822-18

Resulullahın Yolu

Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar.  Peygamberimizin yolu, Kur'an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika, bir de, İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin sözbirliğine denir. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaa da inanmak gerekir, innamıyan küfre girer. (Mektubat c.2, m. 36)  İslâm âlimleri yanlış birşey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.” (İ.Ahmed). Bu dört vesikaya Edille-i şerıyye denir. Bunların dışında kalan herşey bid'attir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Ümmetim yetimşüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.” (İbni Mace) 

Hz. Peygamberin Örnekliğini Anlamak

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Muhammed (sav)'in üstün ahlaki kişiliğine, insani erdemlerine temas ettiği halde, O'nun fiziki özelliklerine, giyim kuşamına, yeme-içmesine, dünyevi becerilerine temas etmemiştir. İslam dininin Kur'an'dan sonraki temel kaynağı olan "sünnet", bu dini tebliğ eden Hz. Muhammed (sav)'in dini ve ahlaki örnekliğini ifade eden bir kavramdır. Allah Rasûlü (sav)'nün bu örnekliğinin farklı görüntülerini dikkate alan İslam alimleri sünneti, kavli (sözlü), fiili (uygulamalı) ve takriri (onaylı) olarak üçe ayırmışlardır. Birincisi, Hz. Peygamber'in sözlü açıklamalarını, ikincisi, eylem ve uygulamalarını, üçüncüsü de, onay verdiği tutum ve davranışları ifade etmektedir. Cenab-ı Hak, biz müminlere Peygamber'imize inanıp itaat etmelerini ve O'nu örnek almalarını emretmiş [1], Peygamber'inden de Kur'ân'ı insanlara açıklamasını istemiştir.[2] Ayrıca, "güzel bir ahlak sahibi olduğunu'[3] bildirdiği elçisin

Babasının Sırrı Fatıma Hazretleri Şecaat Sırrı, Aba Sırrı, Kanaat Sırrı, Muhabbet Sırrı

Fatıma ismi, Peygamber soyunun nesilden nesile naklolan bir zenginliği idi aynı zamanda. Öyle ki Rasûlullah (sav) “Ben Fatımalar’ın evlâdıyım” buyurmuştur, Zira Cenab-ı Peygamber'in büyük annesi ile Hazret-i Hatice ve Hazret-i Ali'nin annelerinin adları da Fatıma'dır. Bu söyleyiş şekli Ehl-i beyt arasında devam edecek, Hazret-i Hasan ve Hüseyin de “Fatımalar’ın çocuğu” olarak anılacaktır. Evlad, babasının sırrıdır buyuruyor Peygamber Efendimiz. Şüphesiz Fatıma Anamız'da da Babasının sırrı zuhur etmiştir. Bu sır onu, Allah'ın tertemiz kılmayı murat ettiği Ehl-i beyt'in bir ferdi eylemiştir. Zira Nübüvvet hanesinin evladı olmak dernek kıyamete dek sürecek siyadetin bir rüknü olmak demektir. Fatıma Hazretleri, Muhammed Âl'inin validesi olan bir soy-anasıdır. Ümmetin şehadeti ile malumdur ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, hem Fatıma Hazretlerini hem de torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i cennetin ehlinin seyyidleri olarak nitelemiştir. Dolayısıyla bu ilan

Peygamberimizin sahabesini nasıl bilirsiniz?

İnsanları Değiştirmek Peygamberimizin sahabesini nasıl bilirsiniz? Hepsi birer kahraman mıydı meselâ? Hepsi aynı derecede cesur ve savaşçı ya da alim, zahid miydi? Hepsi merhametli ve müşfik ya da ciddi ve vakur muydu? Bir sahabe şablonu var mıdır, her birini içine sığdırabileceğimiz? Peygamberimiz Müslüman olan her insanı karakteriyle, kişiliğiyle yeni bir kalıba dökmeye çalışmış mıdır? Yoksa  "bir dağın yer değiştirdiğine inanın; bir adamın huy değiştirdiğine inanmayın"  sözü icabı insandan sadece yaratılıştan gelen özellikleriyle birlikte iyi bir mü'min olmasının bekleneceğini mi işaret etmiştir? Çekingenleri atak, yumuşak huyluları sert, sakinleri çevik, yavaşları hızlı yapmaya çalışmış mıdır Efendimiz? Yoksa her bir insanı doğal haliyle kabul edip, o halin barındırdığı zenginlikleri İslam için kullanmaya mı teşvik etmiştir?

ATİNA KAPILARINA DAYANAN OSMANLI ORDUSU

1897 YUNAN HARBİNDE KISA SÜREDE ATİNA KAPILARINA DAYANAN OSMANLI ORDUSUNUN MUZAFFER KUMANDANI ETHEM PAŞA VE DÖMEKE ZAFERİ Yunan ordusu Alasonya’ya saldırdı. Bunun üzerine İstanbul’daki I. Ordu, Umum Kumandanı Ethem Paşa kumadasında Yunanistan üzerine harekete geçti. Bir kaç gün içinde Yenişehir’i (Tesalya) ele geçirdi. Daha sonra Atina yolu üzerindeki Milona geçitlerine geldi ve burasını savunan  Yunan ordusunu, 23 Nisan 1897 günü büyük bir mağlubiyete uğrattı. Milona Meydan Savaşı ile, Avrupalıların, geçilemez de dikleri bu geçitleri kısa sürede aşan Osmanlı ordusu, güneye çekilen Yunan ordusu ise, Atina ile Tesalya arasındaki Dömeke’de yeniden karşılaştı. Yunanlıların son müdafaa hatları olan Dömeke’de, 25 bin kişilik Yunan ordusu perişan edildi ve bir daha toparlanamadan darmadağın edildi. Bu muharebede Abdülezel Paşa şehid düştü. Ordumuz hızla ilerleyerek birkaç saat içinde Atina kapılarına dayandı. Bu sırada Vükela Meclisi toplantı halindeydi ve henüz zafer haberleri İstanbul’a

Allah Allah bağırışlarıyla İmanlı dolu Türkler geliyor...

SAVAŞTA ŞEHİTLİĞİ EN BÜYÜK RÜTBE KABUL EDEN BİR MİLLETE KİM KARŞI DURABİLİR? İste General Hamilton'un ifadeleri: ...Haber bekliyorum, yok! On defa tel­siz odasına gittim, geldim, hiçbir haber yok! Artık alıştığımız dehşet verici sesler, k aradan denize esen rüzgarlarla kulak­larımıza ulaşıncaya kadar Allah Allah bağırışlarıyla Türkler geliyor... Şaşkınlık­tan bir türlü kurtulamadığım bir an. Mümkün olan hangi kaynaktan istifade edip yardıma koşabilirim. Ne azap veri­ci bir durum! (Gelibolu Günlüğü, s. 129). "Türkler en etkili savaşlarını veriyor­lar. Türkler'in morallerinin yüksekliği de aşikârdır. Çok mükemmel komuta edilen ve yiğitçe döğüşen Türk ordusuna karşı savaşıyoruz. ... Ah ne elem verici durum her biri mükemmel birlikler olan taburlarımız eridi. İskelete döndü. Birliklerin gölgesi kaldı adeta. Dereler gibi kan akarken, sahile nakledilen yüzlerce yaralının mik­tarı arttıkça ıstırab içinde düşünüyo­rum.

Fatih Sultan Mehmed Han

1429 da Edirne’de doğup, 1481 de Gebze’de vefat etti.  Osmanlı padişahlarının yedincisidir. İkinci Murad hanın oğlu, ikinci Bayezid hanın babasıdır. 1429 da Edirne’de doğup, 1481 de Gebze’de vefat etti. Türbesi Fatih camii yanındadır.  1451 de padişah oldu. Bosna Herseki ve birçok yerleri aldı. 1453 Mayıs ayının yirmidokuzuncu Salı günü İstanbul’u Bizans Rumlarından alarak, orta çağa son verdi. Ayasofya kilisesini cami yaptı.  Kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakf eyledi. Fakat, 1935 Ramazan ayında müze yapıldı. 1990 Ramazan ayında, bir kısmı ibadete açıldı. Ayasofya [Sainte Sophie] camii, İstanbul'da, Topkapı sarayı yanındadır. Fatih camii, Yedikule camii, Kireç iskelesi camii, Şehremini camii ve Rumeli-hisarı, Fatih sultan Mehmed’in Türklere bıraktığı yadigârlarının en kıymetlilerindendir. Ayvansaray’da Tahta-minare ve Aksaray’da Horhor çeşmelerine bitişik Hindiler tekkesi mescidlerini de Fatih yaptırdı. Havan topunu ilk yaptıran Fatih’tir. Fatih sultan Muhamme

Kutsal emanetler nerelerde sergileniyor

Kutsal emanetlerimiz  Birinci B ö l ü m Esselamu aleykum ve rahmetullah kardeslerim.. Çoğumuz bu duyguyu yaşatacak belirli yerlerden haberdar olsak da sadece İstanbul'da bile Kutsal Emanetler'in korunduğu onlarca cami, türbe ve müze var. Kabir örtüsünden Hacer-ül Esved'in parçalarına kadar onlarca emanet ziyarete a ç ı k   insallahu rahman Gidersiniz Hırka-i Şerif:  Efendimiz'den (sas) Veysel Karani Hazretleri'ne kalan hırka ile Veysel Karani'nin kuşağı ve takkesi, Hırka-i Şerif Camii'nde ziyaret ediliyor. Ayrıca Hırka-i Şerif Camii'nin bahçesindeki vakıf binasında Peygamber Efendimiz'in gömleği ve ayakkabısı

Midye ve ıstakoz yemek günah mı

Midye kültürü Sual: (Midye ve ıstakoz yemeye günah demek, âdet ve göreneklerle ilgilidir. Deniz kıyılarında oturanlar, kültürlerinde olduğu için rahatlıkla yiyorlar, ancak denizden uzak yerlerde yaşayanlar bu kültürden yoksundur. Denizden çıkan her şeyin temiz olduğu yönünde bir de hadis olduğu için, midyenin haram olduğu söylenemez. Kur’anda da midye konusunda kesin bir hüküm olmadığı için rahat ça yenebilir) deniyor. Bu görüşe ne denir? CEVAP Bu görüş birkaç bakımdan yanlıştır: Birincisi, dinimizde tek delil Kur’an değildir. Hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler de vardır. İki âyet-i kerime meali:

TERSANE-İ ÂMİRE & DONANMA-YI HÜMÂYÛN

DÜNYANIN EN BÜYÜK TERSANESİ: "TERSANE-İ ÂMİRE" DÜNYANIN EN BÜYÜK DONANMASI: "DONANMA-YI HÜMÂYÛN" Osmanlı Devleti'nin birçok liman şehrinde tersanesi vardı. Ama en büyüğü olan ve şöhreti dünyayı kaplayan Haliç üzerindeki İstanbul Tersanesi'ydi. Bu tersanenin dünyada eşi yoktu. Hiç bir tersane burası kadar gemi kızaklayamaz, işçi çalıştıramazdı. Akla gelebilecek her türlü sanat erbabı mevcuttu. İşçilerin çoğu Hıristiyan esirlerdi. Ama bedava değil, ücretle çalıştırılırlardı. Ücretlerini biriktirenler değerlerini öderler, hür olur, memleketlerine dönerlerdi. Ustaların ve mühendislerin hepsi Türk'tü. Tersanede çalışanların sayısı yaklaşık 20.000'di. İstenildiği an, bir yıl içinde, Venedik Donanması'nın bir eşini inşa etmek ve donatmak mümkündü. Denizci bir ülke olan Venedik bile, Osmanlı Devleti ile barış halinde olduğu zamanlarda bu tersaneye kadırga ısmarlardı. Barbaros'un vekili Hasan Reis'in 24 Ekim 1541'de Cezayir'i almak iç

UÇAK GEMİSİ BATIRAN TOP MERMiLERi Topçu Teğmen MUSTAFA ERTUĞRUL BEY

Tanımadığımız Kahramanlar DÜNYADA İLK UÇAK GEMİSİ BATIRAN KİŞİ: MUSTAFA ERTUĞRUL BEY Mustafa Ertuğrul 1. Musika muallimi Yüzbaşı Ahmet Nuri Efendi’nin mahdumu olarak 1893 yılında Girit’te dünyaya geldi.  İlköğreniminden sonra gittiği askeri okuldan genç bir topçu teğmeni olarak 1. Dünya Savaşının Çanakkale Gelibolu cephesinde bir çok savaşlara katılan Mustafa Ertuğrul Çanakkale savaşlarının efsanevi komutanı ve daha sonra kayınpederi olan 27. Alay Komutanı Mehmet Şefik Aker beyin komutasında Çanakkale’de bir çok kahramanlıklar göstermiştir. 1916 yılında 5. Ordu komutanlığının kararı ile Akdeniz sahillerini savunmak üzere Erhart dağ toplarıyla Aydın’dan Denizli’ye trenle gelir. Denizli’den, Elmalı üzerinden 2 ayda katır sırtında taşıdıkları 4 adet topla yaya olarak Kaş’a gelirler. Burada düzenlenen Meis Adası baskınına katılır.

Salavat ve Peygamberimize Salavat Getirmenin Lüzumu

    O’ndan başka hiçbir Peygambere verilmeyen bir özellik, hiç bir ümmete verilmeyen bir rahmet kapısıdır Salavat…       İmam-ı Tahavî şöyle demektedir:  “İnsan Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in adını andığı veya bir başkasından duyduğu her keresinde; salavat-ı şerife okumak kendisine vaciptir.”     Salat ve salavat nedir? Peygamber Efendimiz’e ismi anıldığında salavat getirmek gerekir mi? Salavatın fazileti nedir?    Salat:  Tebrik, tezkiye, duâ manalarına gelir. Salât’ın çoğulu salavât gelir.    Salat kelimesi Ayeti Kerimelerde bir çok yerde geçmektedir. Mesela zikir, tesbih ve duayı cem ettiği için namaza da  “salat”  denilmiştir. Ancak konumuz Kur’an-ı Kerimin şu ayetinde geçen  “Salat”  ile alakalıdır:    ”Allah ve O’nun melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey mü’minler, siz de Ona salât ediniz ve samimiyetle selam veriniz”  (el-Ahzab, 33/56) Ayet-i Kerimede geçen Salat ne demektir?

REFORMLAR Paketinde Niçin Sünnî Çoğunluğun Hakları Yok?

Eksik Demokrasi REFORMLAR paketinin içinden Sünnî çoğunluğun din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti konusunda ümit ve temenni ettiğim maddeler çıkmadı. *Cumhuriyetin ilk yıllarında kapatılmış olan İslam Medreselerinin tekrar açılması. Medreselerin kapatılması insan haklarına, millî kimliğe, millî kültüre, din hürriyetine vurulmuş çok büyük bir darbeydi. Heybeliadada’daki Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin açılması planlanıyor da, İslama hizmet edecek ulema ve fukahanın yetişeceği medreselerden niçin hiç söz edilmiyor? *Tasavvuf tarikatlarının tekrar açılması. Vaktiyle Mason locaları da kapattırılmıştı. Bilahare onlar açıldı ama İslam tekke, zaviye ve dergahları hâlâ kanunla kapalı tutuluyor. Bu büyük bir zulüm değil midir? *Bin yıllık millî alfabemiz üzerindeki yasakların, Osmanlıca kitap, dergi, gazete çıkartılmasını engelleyen kanunun kaldırılması. *Şapka Kanunun kaldırılması. *Diyanetin ya tamamen bağımsız veya özerk hale getirilmesi. Diyanet İşleri Başkanını siyasî ik

Marangoz | Yaşanmış Bir Öykü

“Allah kerim!” dedi Marangoz, başka da bir şey söylemedi. YILLARIN marangozuydu. Saçlarını o küçük atölyesinde ağartmıştı. Eskisi kadar işi yoktu artık. Fabrika mamulü eşyalar piyasayı istila etmişti. El işi özel imalat meraklıları dışında kimse gelmiyordu dükkânına. Hani neredeyse birer sanat eseri olan masalar, sehpalar, kitaplıklar yapar, geçimini bununla sağlardı. En iyi tahtaları kullanır, görülmedik bir . özenle çalışı rdı. Tahta mı gerekiyor, keresteciye mutlaka kendisi gider; ceviz, gürgen, çam cinsinden en iyi tahtaları bizzat seçip alırdı. Üzerlerinden en az bir yıl geçmedikçe bu tahtaları asla kullanmaz, kurumalarını beklerdi. Bu yüzden de yaptığı eserlerinde en küçük bir ayrılma, eğilme, bükülme olmazdı. İmal ederken pek az çivi kullanırdı, “Demir çivi eşyanın ömrünü kısaltır” derdi. İşinde gayet titizdi. Az konuşur, sorulan sorulara kısa cevaplar verir, ücret konusunda hiç pazarlık etmezdi. Tanıyanlar bilirlerdi bu huyunu, tanımayan müşteri gelir de fiyata itiraz ederse, s

Sevgili Muhterem Babacığım.
Hüzün dolu bir ÇANAKKALE mektubu

”Mukaddes bir huzura” 18 Ekim 1915 Pazartesi 2009 yılında Prof. Haluk Oral'ın ortaya çıkardığı,  Kazım Karabekir komutasındaki 14. Tümen'de görev yapan Yedek Subay Kemal Efendi tarafından Kerevizdere'den babasına yazılan 18 Ekim 1915 tarihli bu mektup, 41. Alay 2. Taburun birinci bölük birinci takım komutanı Hasan Çavuş'un kahramanlık hikayesini 98 yıl sonrasına, günümüze taşıyor. Mektubun latin alfabesine çevrilmiş tüm metni şöyle:  ”Mukaddes bir huzura”  18 Ekim 1915 Pazartesi Sevgili Muhterem Babacığım;           Buğday benizli, açıkgöz, henüz ter bıyıklı, uzunca boylu çatık ve siyah kaşlı;kalbi vatan aşkıyla dolu asker Erzincanlı Hasan Çavuş Kırbirinci Alay’ın İkinci Taburu ‘nun Birinci Bölüğü Birinci Takım kumandanı.Hasan Çavuşun göğsünü 7 Eylül 1915 hücumunda gösterdiği fedakarlık dolayısıyla aldığı Harp Madalyası süslüyor.Yüzündeki saflık Anadolu’nun asil pak yavrusu olduğunun delili.

Suçlu yetiştirmenin 8 basit kuralı

Bir çocuğu geleceğin suçlusu yetiştirmenin 8 basit kuralı 1 Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye başla! Ki, herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef olduğuna inansın... 2 Fena sözler söylediğinde gül! Ki, kendisinin akıllı olduğuna i nansın... 3 Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın! Bırak, on sekizine gelince kendisi karar versin... 4 Yerde bıraktığı her şeyi kaldır:kitaplarını, giysilerini, pabuçlarını...Onun için her şeyi sen yap! Ki, sorumlulukları hep başkalarına yüklesin...

Sağlığımız Dinimiz ve alkollü içkiler

Dinimiz ve alkollü içkiler Sual: Şarabın, Biranin alkollü içkilerin, sağlığa faydalı olduğu, dozunda içki içmenin günah olmadığı söyleniyor. İçkinin dinimizdeki yeri nedir? CEVAP  Kur'an-ı kerimde, hadis-i şeriflerde hamr kelimesi geçer. Hamr = alkollü içkidir. İçkinin, çeşitli hastalıklara yol açtığı, aklı azalttığı, karaciğeri bozd uğu, beyni ve sinirleri harap ettiği, ilmi olarak defalarca tespit edilmiştir. Bir kimse, müslüman olmasa bile, sağlığa olan zararından dolayı içkiden uzak durmalıdır! Müslüman ise, sağlığa hiç zararı olmasa da, tek damla içmemelidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Ey iman edenler, içki, kumar, putlar, fal okları şeytanın necis işleridir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık hepiniz vazgeçin!) [Maide 90,91] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İçkinin haram olduğuna dair kesin hüküm indi.) [Müslim]

Teşrik Tekbirleri Nedir, Ne Vakit Söylenir?

Teşrik Tekbirleri Nedir, Ne Vakit Söylenir? Kurban bayramının birinci gününe yevm-i nahir, diğer üç gününe ise eyyâm-ı teşrik denir. Bayramdan evvelki güne ise yevm-i arefe (arefe günü) denir ki Zilhicce`nin 9. günü olmaktadır. Ramazan bayramında arefe yoktur. Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakit farz namazını müteâkip birer defa اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاا اِلهَ اِلاَّ اللّه وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَلِلّهِ الْحَمْدُ Allahü Ekber Allâhü Ekber Lâ ilâhe İllâllahü Vallâhü Ekber, Allâhü Ekber ve Lillâhi`l-Hamd şeklinde tekbir alınır. Bunlara teşrik tekbirleri denir. Anlamı şöyledir: “Allah herşeyden yücedir, Allah herşeyden yücedir. Allah’tan başka İlâh yoktur. O Allah her şeyden yücedir, Allah her şeyden yücedir. Hamd Allah’a mahsustur”. Teşrik tekbirleri fakîhlerin çoğuna göre, namaz kılmakla mükellef herkes için vâcibtir. Sünnettir diyenler de vardır. Teşrik tekbirleri günlerinde namazı kazaya kalan

Osmanlı'da Kurban Bayramı

KURBAN BAYRAMINDA SARAY’DA YAPILAN MERASİMLER VE BAYRAM ALAYI Padişahların bayramın birinci günü sabah namazını Peygamber Efendimizin (s.a.v) Hırkasının bulunduğu Topkapı Sarayının Hırka-i Saadet Dairesinde kılmaları adet idi. Burada Darüs saade Ağası ile Silahdar Ağa ve diğer Padişah yakınları ile ilk bayramlaşmasını yaptıktan sonra saltanat elbisesini giyer ve Saray İmamları ile Hekimbaşı da hünkarın bayramını orada tebrik ederlerdi. Padişahın hazırlanması esnasında Hazine Kethüdası ile diğer Saray Ağaları hünkâr tahtını getirip gerekli süslemelerini yaptıktan sonra Babüssaade önüne koyarlardı. Bu sırada Ayasofya Camiinde sabah namazını kılmış olan ve teşrifata katılacak kimseler Kubbealtı civarında toplanmış olurlardı. Merasim vaktinin geldiği, Silahdar Ağa vasıtasıyla hünkâra bildirilince Padişah bulunduğu yerden kalkıp önce arz odasına gelir biraz orada dinlenirdi. O sırada merasimin sonuna kadar kesmemek üzere mehter takımı çalmaya başlardı. Daha sonra hünkâr, Arz Odasından

KELİME-İ ŞEHÂDET'İN AĞIRLIĞI

Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: أشهد أن لا إله إلا الله و أشهد أن محمد رسول الله 'Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Allah Teâlâ adama sorar: ' Bu defterde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi? Kul: ' Ey Rabb'im, hayır, (hepsi doğrudur!) der. Allah Teâlâ sorar: ' (Bunları işlemenden dolayı beyan edeceğin) bir özrün var mı? Kul: ' Hayır, ey Rabb'im, der. Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:

İstanbuldaki En Eski Yapı

Ön ce bir hikaye ile basliyalim Dikilitaş  Efsaneye göre At meydanı'nda bulunan Dikilitaş'ın dibinde bakırdan tılsımlı bir el varmış. Hangi tüccar İstanbul'a mal getirecek olsa doğrudan Dikilitaş'a gider, mala biçtiği değerin tutarını elin içine koyarmış. Bu bakır el malın gerçek değerini avucunu kapatarak bildirirmiş. Günlerden bir gün, Anadolu'dan gelen bir tüccar satmak üzere yanında getirdiği bir atla birlikte Dikilitaş'a gelmiş ve atın bedelini söylemiş: "On bin akçe". Sonrasında bakır ele parayı saymaya başlamış. Ancak konulan para kırk akçeyi bulduğunda el kapanmış. At tüccarı bu duruma çok öfkelenmiş. "Kırk akçe ne demek ben bunu on bin akçeye bile vermem. Ben bu eli şöyle yapar böyle ederim diyerek öfkeyle sövüp saymış sonra da hırsını alamayıp bir vuruşta eli kırmış.Çevredeki kollukçular derhal adamı yakalayıp boynunu vurmuşlar. İki gün geçmeden de at ölmüş derisi de kırk akçeye satılmış. Dikilitaş'ın Serüveni      

Osmanlı sarayında zehirlenme tehlikesi

IV. Mehmed ve sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşada merdebani kullanırdı Tarih boyunca hükümdarlara ve devlet adamlarına karşı yapılan suikastler arasında en sık rastlanan yöntem zehir olduğundan Osmanlı sarayında da zehirlenme tehlikesine karşı bir takım önlemler alınırmış. Örneğin padişahın yemeğini ondan önce tatmakla görevli çaşnigirler  olası bir zehir tehlikesine karşı kendilerini padişaha siper ederler, yemekten ilk kaşığı mutlaka onlar alırlarmış. Çaşnigirler yeterli gelmemiş olacak ki zehri önlemek adına bir de Çin'den getirilen, içine zehirli yemek konduğunda renk değiştiren veya kırılan özel tabak, çanaklar kullanılırmış. Seladon veya daha yaygın adıyla merdebani denilen bu tabakların

Osmanlı’nın kanatlı süvarileri: Deliler

Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları gölgelerinin bile öldürücü olduğuna inandırmışlardı. Deliler  1 . Bolum Osmanlı  kara ordusunda görevli bir askeri birliğin ismidir. "Deli" adı verilen süvarilerden oluşan bu birlik, savaşlarda üstün cesaret göstermeleri ve farklı giyinme şekilleri sebebiyle bu isimle anılmıştır.   Asıl olarak kendilerine kılavuz, rehber manasına gelen delil ismi verilmesine karşın, cesur ve korkusuzca düşmana atılmaları nedeniyle halk arasında deli olarak anılmışlardır.  Deli adını almalarının sebebi gönüllü 20-25 yaş arası gençlerden oluşmalarıydı ve savaşlarda ordunun en ön saflarında çarpışmalarıydı. En tehlikeli görevlere korkusuzca atılmaları yüzünden bu ismi aldılar. Korkutucu bir görünümleri vardı. Silah olarak eğri pala, kalkan, mızrak ve bozdoğan taşıyan deliler, başlarına pars ya da benekli sırtlan derisinden yapılmış tüylü bir miğfer giyerlerdi. Kalkanlarını da yine kuş tüyleriyle süsleyen delilerin giysileri aslan, kaplan ve t

Cahil Olan Cesur Olur

Bu din, edeb dinidir . Tevâzu dinidir . Din imâmlarımız, doğrudan Kur’ân-ı Kerîm'den manâ çıkarmağa kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler. Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur’ân-ı Kerîm'e nasıl manâ verdiğini Eshâb-ı kirâmdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kirâmın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercîh ettiler. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe herhangi bir Sahâbînin sözünü kendi anladığına tercîh ederdi.  Resûlullahtan ve Sahâbeden bir haber bulamayınca, ictihâd etmek zorunda kalırdı. Her asırda gelen islâm âlimleri, dahâ önce gelenlerin, büyüklükleri, üstünlükleri, vera ve takvâları karşısında titrerler. Onların sözlerine sened, delîl olarak sarılırlardı.  Bu din, edeb dînidir. Tevâzu dînidir. Câhil olan, cesûr olur. Kendini âlim sanır. Hâlbuki, âlim olan tevâzu gösterir. Tevâzu göstereni Allahü Teâlâ yükseltir. Resûlullahın Cehenneme gideceklerini haber verdiği

Kötü Din Adamının Özelliği

Bunlar, kendilerini doğru yolda sanır. Yaptıklarını beğenirler. Allahü teâlâ, herşeyin hükmünü Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Fakat açık değildir. Onun yüce peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm da, bunların hepsini açıkladı. Ehl-i sünnet âlimleri de, bunları, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip kitâblarına yazdılar.  Şimdi bu kitâbları dünyanın her yerinde mevcûddur. Dünyanın her yerinde, kıyâmete kadar ortaya çıkacak olan her yeni şeyin nasıl kullanılacağı, bu kitâbların bir bilgisine benzetilebilir. Bunun mümkin olması, Kur’ân-ı kerîmin mu’cizesi ve islâm âlimlerinin bir kerâmetidir. Yalnız mühim olan şey, karşılaşılan işin nasıl yapılacağını, Ehl-i sünnet olan hakîkî bir Müslümandan sorup öğrenmek lâzımdır. Mezhebsiz din adamına sorulursa, fıkh kitâblarına uymayan cevâb vererek, insanı yanlış yola sürükler.  Arabî bilen bir kimse, bu yolu bırakıp, doğrudan Kur’ân-ı kerîmden ma’nâ çıkarmağa kalkışırsa, doğru yoldan kayar. Dîninin, îmânının sarsıldığını, belki de, küfre bulaşdığını anlamaz

Allahü teâlâ ve Peygamberi

Açık Bildirilmeyişin Sebebi Allahü teâlâ ve Peygamberi, mü’minlere merhamet ettikleri için, ba’zı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmedi. Açıkca bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günâha girer, farza ve sünnete kıymet vermiyenler de kâfir olurdu. Mü’minlerin hâli güç olurdu.  Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lâzım olur. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlıyabilenlere, “Müctehid” denir. Müctehidin, bir işin nasıl yapılacağını anlamak için, son gayreti ile uğraşarak görüşüne, doğruya en yakın zannına göre amel etmesi, kendine ve ona uyanlara vâcib olur. Ya’nî, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, böyle yapmağı emir etmektedir.  Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamağa çalışırken yanılırsa, günâh olmaz. Sevâb olur. Uğraşmasının sevâbını kazanır. Çünkü, insana gücü, kuvveti yetdiği kadar çalışması emir olundu. Müctehid yanılırsa,

ŞAKA YAPAYIM DERKEN GÜNAHA GİRMEYİN...

ARKADAŞIMA ŞAKA YAPAYIM DERKEN GÜNAHA GİRMEYİN... Akabe biatında ve Bedir savaşında bulunan Ebu Hasan (Radıyallahu anh) anlatıyor: Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber oturuyorduk, içimizden biri kalktı ve gitti. Fakat gider ayakkabılarını unuttu. Birisi onları alıp altına sakladı. Adam tekrar döndü ve:  “Ayakkabılarım?” dedi. Oradakiler:  “Görmedik” dediler. Bu sırada adam ayakkabılarını gördü. “İşteler ya! Müslüman bir adamı nasıl korkutuyorsunuz öyle” dedi. Bu sefer saklayan adam, Peygamberimize: “Ya Resulallah! Şaka olsun diye yaptım” dedi. Peygamber Efendimiz de, iki üç defa: “Nasıl olur da bir mü’mini korkutursunuz” diye ikazda bulundu. (Taberani; Ettergib: 4/263; Mecma’uz-Zevaid: 6/253; El-İsabe: 4/43)

Biz sizleri ALLAH (Celle Celaluhu) için seviyoruz.

Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah Kardeşlerim, bu fakir, ilk kez Gerçek Tarih Deposu facebook hesabı oluşturdu. (facebook hesabınız yok mu diye soranlar olduğundan) Paylaşım ve haberleşmemizi kuvvetlendirmeye faydası olur Paylaşımlarımızı bu adresten de yaparız Tabiki sizlerin desteği olursa inşaAllahu Rahman. Onun için desteklerinize ihtiyacımız var, alakanıza şimdiden teşekkür ederiz. Selam ve dua ile aşağıdaki linke tıklayıp "Beğen" yapmanız yeterli olacak. ALLAH (Celle Celaluhu) sizleri eksik etmesin, korusun. Biz sizleri ALLAH (Celle Celaluhu) için seviyoruz.       (Asagidaki link'i tiklayarak gidebilirsiniz.) https://www.facebook.com/pages/Gercek-Tarih-Deposu/536344873116611 https://www.facebook.com/pages/Gercek-Tarih-Deposu/536344873116611

Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar verenler

Bunu yapan ı n Dininden  Türklügünden  s ü phe ederim Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar verenler, Umur Bey Camii’ni ise vakıf malı olmasına rağman yıkıp üstüne İsmet İnönü’nün de katıldığı bir törenle Zafer Anıtı dikti. Anadolu’da hangi köyün yanından geçseniz, mutlaka arşa yükselen bir minare görürsünüz. Kimi Söğüt’ün bağrındaki Osmanlı’nın ilk eseri Kuyulu Mescit gibi şirin, kimi Sivas Divriği Ulu Camii gibi heybetli… Farklıl ıkları ne olursa olsun, bu minarelerin hepsinin gölgesinde bir hikâye bekler bizi. Afyon’daki tarihî Umur Bey Camii’nin de anlatacak çok şeyi olacaktı ama maalesef artık yok! Neden mi? 400 yıl boyunca minarelerinden Ezan-ı Muhammedî yükselen, müminlerin içinilebalep doldurduğu cami, Tek Parti devrinde vakıf malı olmasına rağmen yerle bir edildi de ondan. Derin Tarih dergisinde yer alan araştırmaya göre; Ayasofya’yı müze, Sultanahmet’i kütüphane yapmaya karar veren irade, Umur Bey Camii’ne haritadan silinmeyi layık gördü. Sapasağlamken 1

Osmanlı İmparatorluğu'na uzun yıllar hükmetmiş padişahların mezarları nerede?

Osmanlı İmparatorluğu'na  padişahların 'na   Çok   ş ey bor ç luyuz. Osman Gazi Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258'de, Sögüt'te doğdu. Babası Ertugrul Gazi, Annesi Hayme Hatun'dur. Osman Gazi, 1326'da Bursa'da Nikris (goutte)  hastalığından öldü. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir. Orhangazi Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt'te doğdu. Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Ömer Bey'in kızı Mal Hâtundur 1359 yılında felç geçirerek ölmüştür. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir. I. Murat Osmanlı sultanlarının üçüncüsü Sultan Birinci Murad, 1326'da, Bursa'da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru'nun kızı olan Nilüfer Hatun'dur (Holofira). 1382 yılından itibaren "Murad Hüdavendigâr" diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken,

Eshâb-ı Kirâm Hangi Mezhebde idi?

Eshâb-ı Kirâm Hangi Mezhebde idi? Ehli sünnet dışı bozuk fırkalar ve onların kitâblarını okuyanlar, “Mezhebler ikinci asırda meydâna çıktı. Eshâb ve Tâbi’in, hangi mezhebde idi? Mezheplere lüzum yok. Arapça bilen herkes Kur’an-ı kerimi okuyup buna göre amel edebilir. Arapça bilmeyen de mealinden okuyup öğrenir ” gibi sözlerle işin aslını bilmeyen cahilleri etki altına alarak kafalarını karıştırmak istiyorlar. Mezhebin ne olduğunu bilen bunlara güler geçer. Bunların art niyyetli olduklarını anlar.  Mezheb imâmı demek, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplıyan, kitâba geçiren büyük âlim demekdir.

Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır!

Hakkında en çok iftira kampanyası başlatılan bir padişah… Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır!  Devrinin insanların anlayamamasının geçelim, vefatının yarım asır sonrasında azda olsa anlaşılmaya başlanan, şimdilerde ise tamamen anlaşılmaya çalışılan, suikasta, ihanete, iftiraya, istibdada sürüklenen zihni fikir çilesi ile dolu bir padişah… Necip Fazıl’ın “Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır!” hükmünce Cennet Mekân Sultan Abdülhamit Han’ı bir nebze olsun anlamaya çalışalım. Abdülhamid’i anlamak nefsine hasis, vatanına cömert bir padişah demektir. Abdülhamid’i anlamak gerekirse saray masraflarını kısıp, bütün dış borçları ödeyip, ülkenin dört bir tarafını mamur, tren rayları ile örmek demektir. Abdülhamid’i anlamak uluorta atılmak, taarruz etmek değil, bir müdafaa ve eldekini muhafaza dehasıdır. Abdülhamid’i anlamak kötülük adına kim ne yaptıysa kabahati Sultan’a çıkartmaktır.

Osmanlılar Avrupa'nın Müslüman İmparatorları

BBC televizyonu, "Osmanlılar: Avrupa'nın Müslüman İmparatorları" adlı üç bölümlük bir dizi yayımlamaya başladı. Gazeteci Rageh Omaar tarafından sunulan belgeselde Osmanlı İmparatorluğu'nun Söğüt'te başlayıp üç kıtaya yayılan altı asırlık öyküsü ele alınıyor. Türkiye'nin yanı sıra Balkanlar'da, Yunanistan'da ve Orta Doğu'nun çeşitli ülkelerinde çekilen filmde Rageh Omaar, Osmanlı padişahlarının ekonomik, dini ve toplumsal örgütlenmeyi değişen zaman içinde nasıl yönettiğini ve Müslüman olmayan toplumlarla geliştirdikleri ilişkileri inceliyor. Rageh Omaar'ın ifadesiyle, ''Batı'nın tarihsel hafızasından büyük çapta silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun öyküsü son zamanlarda yeniden büyük bir ilgi uyandırmaya başladı.''

EZAN SESİNİ SUSTURAN İÇİMİZDEKİ BİZANS ZİHNİYETLERİ

481 SENE EZAN SESİ SUSMAYAN AYASOFYA'DA EZAN SESİNİ SUSTURAN İÇİMİZDEKİ BİZANS ZİHNİYET İ "Allah'ın mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır." (Bakara Suresi / 114.Ayet) İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve

CENNETTEKİ KŐŞKLER

Cennette Şeffaf Köşkler Vard ır Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)’dan rivayetle; Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz: “Cennette dışı içinden, içi dışından görülen (şeffaf) köşkler vardır.” buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi: “Ya Rasulallah! Onlar kimler içindir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem): “Yumuşak ve tatlı konuşan, yemek yediren, oruca devam  eden ,  insanlar uykuda iken namaz kılanlar içindir” buyurdu. (Tirmizî, Cennet, 3, IV/673) http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Bunlari kim yaparsa sevmeyiz sevemeyiz

O kisileri reddetmemizin nedenlerinden birkaçı; - 3 mart 1924 yılında, ümmet'i bir olarak tutan hilafet'i kaldırdığı için sevmiyoruz.. (nato veya avrupa birliği avrupalılar için her ney ise, hilafet de müslümanlar için onun gibidir) - ekmeğini yediği, kendisini adam eden osmanlıyı sırtından hançerleyip kaldırdığı ve osmanlı sultanlarına iftira edip sürgün ettiği için sevmiyoruz.. -1932 yılında, zorla ve halk'a rağmen arapça ezan'ı yasakladığı için sevmiyoruz... -1930 yılın da, genel ev kanunu çıkartıp kadınları erkeklerin seks kölesi haline getirmesini sağladığı için sevmiyoruz -Fatih sultan mehmed'in manevi hatırası olan ayasofya'yı cami olmaktan çıkartıp, müze haline getirdiği için sevmiyoruz.. -yazdığı mektupta ikra bismi rabbike ayetine safsata dediği için sevmiyoruz - 1928 yılında Tanrısızlığın İlmihali adlı ateizm kitabını aklıselim ismiyle Türkçeye çevirtip yayınlattığı için sevmiyoruz. yüzlerce yıl boyunca savaştığımız avrupalıların, hayat tarzını ve

Eshâb-ı kirâmın meşhûr kumandanlarından.

Nu'man Bin Mukarrin Eshâb-ı kirâmın meşhûr kumandanlarından. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmı toplayıp sordu:  - Ben bir ordu teşkil edip, İran üzerine göndermek istiyorum. Bu husûstaki görüşünüz nedir?  Çeşitli fikirler ortaya atıldı. Eshâbdan biri şunu teklif etti:  - Şam ve Yemen ordusu tamamen İran hudûduna hareket etsin. Sen de Mekke ve Medîne halkı ile Basra ve Kûfe tarafına git, bütün Müslü manları kâfirlerin üzerine gönder! Hazret-i Ali kalkıp fikrini beyân etti: - Ey mü'minlerin emîri! Şam askerini İran'a gönderirsen, Rumlar onların çoluk çocukları üzerine saldırır. Yemen askerini gönderirsen, o zaman Habeşliler bu tarafa geçer. Bu bölgeyi yalnız bırakırsan, etrafımızdaki Araplar isyâna kalkışır, arkadan vurup, senin önündeki işini unutturur. Yerinde kalsın Bunlar yerlerinde kalsın. Basra halkı üç kısma ayrılsın. Bir kısmı çoluk çocukların muhafazasında kalsın. Bir kısmı da ehl-i zimmetin ya'nî müslüman olmıyan, harâc ve cizye veren vatandaşların muhafazası için

Trilyon Dolar Yahudi'ye ödüyoruz.

"Buradan Hacca uçak ile gitseniz bilet parasının %9'unu Yahudinin eline ödemeden gidemezsiniz. Çünkü serbest hava bölgesinde uçabilmek için uçağın IATA üyesi olması gerekiyor. IATA Rockfeller Yahudi üçyüzler meclisinin başkanıdır, Yahudi kuruluşudur. Öyleyse gemiyle gidelim derseniz bu sefer %9'unu Loyd denilen Yahudi'ye ödeyeceksiniz. Türkiye'den İran'a para gönderemezsiniz . Yahudi bankası ara ya girecek, %1'ini komisyon olarak alacak, para öyle gelecektir. Mal alamazsınız çünkü Akreditif açacaksınız ancak Yahudi Bankası açabilir. %5'ini Yahudi'ye ödeyeceksiniz.

Sevgili Peygamberimizin sırdaşı.

Huzeyfe Bin Yemân Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor:  "Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başla mıştı. Ok ve taş atma Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Resûluluh efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki: - Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın. Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar ge

Ayasofya’yı müze yapma fikri İngilizlerden gelmiş

Ayasofya’nın sahibi kim olacaktı?  27 Mayıs’tan sonra müze yapılmış olan Trabzon Ayasofya Camii yeniden ibadete açıldı. Ne diyelim, darısı İstanbul’daki Ayasofya’nın başına. Ancak İstanbul’daki Ayasofya’nın açılması öbürlerinkine benzemez. Geçen yıl Ayasofya Müzesi Müdürü’yken Haluk Dursun isim vermeden Batılı devlet adamlarının (İngiltere Kraliçesi II.  Elizabeth ve ABD Başkanı Obama da içlerinde olmalı) Ayasofya’yı ziyaretlerinde ne zaman yeniden kilise olacağını sorduklarını ifade etmişti. Peki neden bu kadar merak ediyorlardı Ayasofya’nın kilise yapılmasını? Birazdan vereceğim örnekler karşısında İngiltere devleti ve kamuoyunun İstanbul’un işgali başlar başlamaz Ayasofya’nın rehinden kurtarılması (the redemption of St. Sophia) kampanyaları başlattığını ve bunu 1922 yılında İstanbul yeniden Milli Güçlerin eline geçene kadar devam ettirdiklerini bilmemiz gerekir. Mütareke yıllarında İngiltere’de Ayasofya’nın rehinden kurtarılması için hususi komiteler kurulduğunu biliyor muydunuz?